Fatih Özcan
Biz insanlar, sıklıkla içinde bulunduğumuz koşullardan şikayet ederiz. Yaşadığımız başarısızlıkları dostlarımıza anlatırken ne kadar talihsiz bir insan olduğumuzu vurgularız. Hatta kötü bir “kader”imiz olduğu için ne yaparsak yapalım her zaman kaybeden taraf olduğumuzu söyleriz. Öte yandan karşılaştığımız güçlüklerden nasıl kurtulacağımızı bilemeyiz ya da çözüm bulmakta zorlanırız. Bazen de maruz kaldığımız bütün olumsuzluklardan başkalarını sorumlu tutarız. Çoğu kez de bu sorunların bizim dışımızdaki kişilerce çözümlenmesini bekleriz. Zira, bize göre; yaşadığımız sıkıntıların, problemlerin kaynağı zaten onlardır! Bizim hiç sorumluluğumuz, veya suçumuz yoktur! Hatta, doğuştan şanssız biriyizdir! “Eğer şansımız olsaydı falanca ünlü/zengin kişinin oğlu veya kızı olarak doğardık!” deriz “Ya da dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinin adını anarak, o ülkenin vatandaşı olamayışımızın şanssızlığıyla hayıflanırız.” Veya “ailenin en büyük oğlu olsaydım!” diye başlayan “keşke” anlamındaki sözleri çevrenizdeki kişilerden birçok kez duymuşsunuzdur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Oysa, “kozmik bilincin” tüm insanlara sunduğu “total şans” herkes için eşit. Yani insanlar doğarken sahip oldukları şans faktörü açısından içinde yaşadığımız evrende son derece adil bir paylaşım var. Ancak, insanlar sahip oldukları şanslarını, hayatları süresince farklı zamanlarda ve farklı yerlerde yaşıyorlar. Bazısı henüz daha doğarken bazısı çocukluk çağında, bir başkası ise daha ileri yaşlarda örneğin 40 veya 50 yaşından sonra göreceli olarak şanslı dönemler geçiriyor. Önemli olan, şanssız olduğumuzu düşündüğümüz dönemlerde bu durumun bizi ümitsizliğe sürüklemesine izin vermemek, kendimizi şanslı gördüğümüz zamanlarda ise bize sunulan fırsatları ve avantajları iyi değerlendirebilmektir.
Zannedildiği gibi şans, başarı için yeterli bir faktör değildir. Eğer elde ettiğimiz başarı şans faktörüne bağlı olarak oluştuysa inanın bu, geçici bir başarı olacaktır. Kalıcı ve etkili başarılar, şans faktöründen bağımsız olarak kazanılmış olanlardır.
Peki, başarı için en önemli şey nedir? Bizi başarıya ulaştıran, veya yaşamın devasa sorunlarına etkin çözümler bulmamızı sağlayan faktörler nelerdir? Evet, başarı için en önemli koşul “doğru yöntemler” dir. Hiçbir şey, hiçbir kimse, hiçbir dışsal faktör, sizi izlediğiniz “yanlış yöntemler” kadar başarısızlığa mahkum edemez. Eskilerin şu sözü bu gerçeği çok güzel ifade ediyor: “Vusülsüzlük usülsüzlükdendir”. “Bir şeye vasıl olamayışın (ulaşılamayışın) nedeni, usül (yöntem) bilmezlikten, yanlış usül uygulanmasından ileri gelir” anlamında bir sözdür. Günümüz Türkçesiyle, bu deyim; “Başarıya ulaşılamayışın nedeni yöntemin yanlışlığındandır” şeklinde de ifade edilebilir. O halde çözüme veya başarıya giden yolda “doğru yöntemler”e başvurmamızın bizim için kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu görüyoruz. Doğru yöntemleri uygulayabilmek için doğal olarak iyi bir “yöntem bilgisi” (Eski tabirle “ulum-u usul” e) ne sahip olmamız gerekiyor. Yabancılar buna know-how diyorlar. Bu terim, “neyi nasıl yapacağını bilmek” ya da “bir şeyin yöntemini bilmek” diye de tercüme edilebilir. Eğer yeterli know-how’a sahipseniz, dünyada yapamayacağınız iş, gerçekleştiremeyeceğiniz hedef yoktur. Bu aşamada şöyle bir soru yönelttiğinizi duyar gibiyim: O halde ne yapalım da know-how’ımızı, yöntem bilgimizi geliştirebilelim? Sevgili arkadaşlar, know-how ’ın arkasındaki en önemli etmen, düşüncedir. Bir kişinin veya grubun düşünce düzeyi ne kadar yüksekse, o kişi veya grupların, ekiplerin o denli ileri bir know-how’a (yöntem bilgisine) sahip olduklarını veya olabileceklerini söyleyebiliriz. Bu durum, tek bir olay veya konu için de geçerli olabilmektedir. Şöyle ki; ilgilendiğimiz iş veya konu hakkında ne kadar çok boyutlu düşünebilir ne denli ileriyi görebilirsek izleyeceğimiz yöntemlerde de o kadar doğruyu bulmamız mümkün olur. Ama dar kalıplarla düşünür, günübirlik bir düşünce anlayışı içinde olursak izlediğimiz yöntemlerde de o ölçüde yanlış yola saparız. Tabii bu da bizi başarısızlığa ve mutsuzluğa götürür.
Yöntem bilgimizi artırabilmemizin, düşünce düzeyinde kendimizi geliştirmemize bağlı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Başarıya giden yolda, ne tür bir düşünce içinde olduğumuz, olaylara nasıl bir bakış açısı içinde yaklaştığımız son derece önem taşımaktadır. Önem verdiğimiz bir konuda üst üste yaşanılan başarısızlıkların ardından dönüp geriye bakmalı, yöntem olarak nerede yanlış yaptığımız irdelenmeli daha da önemli olanı; o konudaki düşünce tarzımızı gözden geçirmeli, hatta gerekirse düşüncemizi değiştirmeliyiz.
Yaşamda gerçekleşmesini istediğimiz hedeflere ulaşabilmek için, çoğu kişinin iddia ettiği gibi, “şans” faktöründen ziyade, sahip olduğumuz, benimsediğimiz, hatta, doğru olduğunu zannettiğimiz “düşüncemizi” gerektiğinde olumlu yönde değiştirmeyi bilmeliyiz.
_____________ _______________ _______________
Bu yazı Bursa Tabip Odası “HEKİMCE BAKIŞ” Dergisi’nin (Ocak-Şubat-Mart 2003 tarihli) 54. sayısında yayınlanmıştır.